27 Nisan 2020 Pazartesi

İadeli Taahhütlü-2


Sevgili dostum merhaba!

   En son geçtiğimiz mayıs ayında bir mektup yazmışım sana. Neredeyse bir yıl olacak. Oysa o mektubu yazarken, paylaşırken yaşadığım heyecan gün be gün aklımda. Orada da yazmıştım, keşke bu mektubu postalayabilsem diye. Bu dileğimi yineliyorum. Bir posta kutusunun sadece faturalarda dolu olması çok hüzünlü bence.

   Zor zamanlardan geçiyoruz. İnsan böyle dedikten sonra “Corona’dan korunmanın 14 yolu” diye söze başlayıp ellerimizi nasıl yıkamamız gerektiğini anlatmak istiyor. 40 günü geçti sosyal izolasyona gireli hala aynı şeyler... Yıldım. Vallahi yıldım.

   Mart ayı benim için oldukça sancılı geçmişti. Tam anlamıyla; 16 Martta, ailemle, sosyal izolasyon sürecimizi başlattık ve sürdürüyoruz. ‘Alışkanlık elde etmek için 21 gün gerekli’ söylemi ne de doğruymuş. Mart ne kadar sancılı geçtiyse nisan bir o kadar hızlı geçti. Peki, bu süreçte ben ne yaptım?
İnanır mısınız “kendimi geliştirmeliyim”, “şunu öğrenmeliyim”, “bal gibi boş zaman, misss!” gibi söylemlerim olmadı hiç. Mutfakta bir şeyler denedim gün aşırı. Birçok evde olduğu gibi ekmek yapma konusunda kendimi geliştirdim. Ara ara yazılar yazdım.  Karantina başında başladığım kitabı bugün bitirdim. Olsun. Zorlamadım kendimi hiç. Film izledim, dizi izledim. Bol bol müzik dinledim. Bazı günler utandım. Utandım çünkü evdeydim. “Evde kal!” diye methiyeler düzerken sırf ekonomik sebeplerle evde kalamayacak olan insanlara üzüldüm. Empati kurmaya çalıştım. Özgürlüğü kısıtlanan insanlarla şimdiye kadar hiç empati kurmadığıma şaşırdım. Eski fotoğraflara baktım. En mutlu olduğum anı düşündüm ve ‘umarım daha yaşamamışımdır’ diye geçirdim içimden. Uzun zamandır hayıflanıyorken rüya görmeye başladım. Durdum. Dinledim. Dinlendim. Aslında buna ne zamandır ihtiyacım/ız olduğunu fark ettim. Ben bu süreci özgürlüğün kısıtlanması olarak görmedim hiç. Aslında fark etmediğimiz ama ihtiyacımız olan şeyi sundu doğa bize. Belki de bu düşüncemle en az olumsuz şekilde etkilenerek sıyrılabildim. Tabii ki bunaldığım, sıkıldığım zamanlar oldu. Olmadı desem yalan olur. Çünkü arkadaşlarımı özledim, iyot kokusu duymayı, uzun yürüyüşler yapmayı bir de. Bu sürece öyle alıştım ki, bitecek olması korkutmaya başladı. Yanlış anlaşılmasın. Tanımadığım insanların yasını tuttum, onlar için dualar ettim. Ama anlatabiliyor muyum bilmiyorum, uzun süredir ihtiyacım olan şey buymuş benim.

   Biraz da hayal kurdum. Ve cesarete ihtiyacım olduğunu fark ettim. Bazı canlı yayınlar seyrettim, herkes gibi. Hayallerimi biraz daha geliştirmeme ortam hazırladı bunlar. Böyle anlatınca büyük şeyler yapmışım gibi duruyor ama bunlar dışında full yatış. Gerçekçi konuşalım, uyudum habire. Uyanıp uyanıp bir daha uyudum. Alarm kurmadığım günler çok daha mutlu uyandığımız fark ettim. Hiç öyle online dersmiş, ne bileyim kişisel gelişimmiş vallahi yalan. Tabi bir de kilo aldım. 10 aydır yaptığım sporu 10 günde hiç ettim, inanır mısınız? ‘Amaaan benden önemli mi’ diye geçiştirdim. Yiyen de ölüyor, yemeyen de öyle değil mi :D Bir tane instagram hesabı açtım, @dayanamadikyedik diye. Çevremdekiler mutfaklarını paylaştı benimle. Sloganımız “beraber kilo alıyoruz” oldu. Kendi kendime eğlendim oradaki yorumlarla. İşte geçirdim bir şekilde zaman. Zaman demişken;
   Herkesin “zaman” ile ilgili dertleri var. Neymiş efendim ‘hayatımızın en değerli zamanları evde geçiyormuş.’ Neymiş ‘bu zaman geri gelmezmiş.’ Sanırsın her gün Zigana’nın eteklerinde keşfe çıkıyor. Özellikle şu WhatsApp gruplarından gelen paylaşımlar yok mu? Bitiyorum. Herkes entellektüelmiş herkes Beyaz Türk'müş haberimiz yokmuş. Vallahi aydınlandım. Sanat dolu bir karantina geçirdik sayelerinde, yersen:D 
Tamam tamam bu kadar da abartmayalım, göz attıklarım oldu içlerinde :D

  Ha bir de  'Özgürlüğümüzün kıymetini anladık, özgürlük çok değerli' ciler var. Bu süreçte dillenen sözlerin %90’ı yalan. Yalan arkadaşım. Bir düşün, yarın evlerden çıkalım, eski( o ne demekse) halimize dönelim 1 aya kalmaz görürüm o boyundan büyük laf edenleri. Vallahi aynı tas aynı hamam. Neden bu kadar atarlandım ben de anlamıyorum :D  Amaaan mektup benim değil mi? Burası da böyle olsun. Paşa gönlüm bilir :D

Sizin de her şey paşa gönlünüzce olsun,

Sağlıcakla

Melis.

Not. İçiniz açılsın diye gün batımlı deniz fotoğrafı paylaşıyorum. Bir de belki  okursunuz diye bir şiir. Şiir fotoğrafın altında. Fotoğrafsa bu yazının:))
Paylaşmak isterseniz bir şeyler yazın bana. Okurum. Mutlu da olurum.


Bozburun Temmuz'19

26 Nisan 2020 Pazar

Bu hikaye size hiçbir şey katmayacak.


Pardon,

Pardon, sakıncası yoksa oturabilir miyim? Teşekkür ederim.

Ateşiniz var mı? Yok yok hayır, yanınızda sigara içmeyeceğim, sizi rahatsız etmek istemem doğrusu. Aradım taradım bir türlü bulamadım. Sadece pantolonumda bir iplik atmış onu yakacağım. Deminden beri uğraşıyorum. Çekiyorum, çekiyorum gelmiyor. Çekiyorum çekiyorum elim acıyor. Sanki biraz daha çeksem kopacak gibi geliyor ama sonra ellerim mosmor oluyor. Yok mu? Hadi ya. Desenize şanslı günümde değilim. Olsun. En iyisi biraz daha koparmayı deneyeyim.
Olmadı yine. Efendim? Ne dediniz? Aaa haklı olabilir misiniz? Nasıl yani? Evet, bir zararı yok bana. Gözüm dışında bir yere takılmıyor. Evet, haklısınız ama onun orada durduğunu bilmek bile beni huzursuz ediyor. Ah! Elimi kestim sanırım. Yok sadece morarmış. Of, ne de sağlammış. Düşünce parçalanan kumaş, çekince gelmiyor. Ah, pardon. Ofladınız mı yoksa? Sıktım mı sizi? Üzgünüm. Sessizlik için burada böylece duruyorsunuz belli ki. Fakat bir kendini bilmez bir anda tüm büyüyü bozuyor. Tamam. Tamam, sustum.

Ayağımı sallamam sizi rahatsız ediyor mu? Oh, peki.
Peki ikisini sallamam?
Oh, tamamdır.
Sağın solun ritmik olması mı rahatsız etmiyor yoksa her anlamda mı rahatsız olmuyorsunuz? Ha ta-tamam o zaman. Bazen, ayaklarımla ritim tutarken ellerimle de eşlik ediyorum. Kimileri buna vücut perküsyonu diyor. Oysa ben sadece,
Sağ, sağ. Sol sol alkış alkış , göbeğe vur.
Tekrar!
Sol- sağ, sol-sağ ellerle 2 kere klik.
Alkış, sol sol, sağğ.

Havalar ısınmaya başladı değil mi?
Havalar diyorum, havalar. Baksanıza.. Güneşin saklambaç oynadığı günler geride kalıyor. Eğlenceliydi aslında bulutların ardından göz kırpması ve beklemediğimiz anda sobelemesi bizi. Hele hele fırtına sonrası gözüme vurup uyandırmaları yok mu beni? Ah. Sanki günaydın öpücüğü konduruyor bedenime.
Ama bunların bir önemi yok. Susup manzarayı seyre dalmak varken. Değil mi?
Değil.

Ay pardon, yine oynattım ayağımı. Kalkmamı ister misiniz? Peki..
Şu köşede bir simitçi çocuk vardı. Aaa yokmuş bugün. Sevimli bir çocuktu. Arada sohbet ediyorduk. Şarapçıların kimine akıl hocalığı yapması gibi benim de çocuktan o tarz beklentilerim vardı. Hayatın, anlamını verecek bana veee sonsuz mutluluğun kaynağına ulaşacağım. Aslına bakarsanız bu amaca çok defa yaklaştım. Ama en sonunda elimde iki simit bir de üçgen peynirle kalakaldım. Tek kişiyken 2 simidi bana nasıl satıyor aklım almıyor. Birken çok gibi, çokken yok gibiyim oysa.

Ne dediniz? Aa?! Ben duymadım. Korktunuz mu? Gidecek misiniz? Tedirginliğinizin sebebi nedir? Anladım, yani anlamadım. Ne? Ama ben hala duyamıyorum. Emin misiniz? Nasıl bir ses? Yine mi? Allah Allah. Bir dinleyim bakayım. Emin misiniz ya? Tamam, susuyorum. Susmalıyım ki duyabilelim, haklısınız. Ama ben bir şey duyamıyorum. Ha susmadığım için. Ama susarsam, ya sonra konuşamazsam bir daha? Ya çığlıklarımda boğulursam “A” bile diyemeden? Bir şey olmaz mı? Öyle demeyin. Öyle ya da böyle geçecek sonra bitecek, son bulacak bedenim. Ama lütfen. Susamam. Susarsam ölecek gibiyim. Sanki, gürültü patırtıdan korkup gelmiyorlar bana. Ne garip. Siz gürültüden korkup kalkıp gitmeyi düşünürken ben sessizlikten korkup zil çalıyorum. Evet. Cebimde bir zil var. Evet, küçük bir çan aslında. Ama zil deyince bedenimin ve ruhumun kapılarını açıyorum gibi oluyor. Çan deyince ibadete davet gibi.  Aa, güldünüz. Ne de tatlı. Gülebiliyormuşsunuz yani. Peki neden gülmüyorsunuz? Komik bir şey yok mu? Soytarı mıyım ben de güldünüz? Soytarı olmak şereftir, orası ayrı ama. Kendi kendinize de mi gülmezseniz? Hiç mi? Ahh yazık. Deli mi sanarlar. Kim demiş onu. Sizin gibi gülemeyen biri herhalde. Hayır canım, iltifat ettim size. Lütfen, dikkat edin. Lütfen. Çünkü, çünkü ben sözcüklerimi dikkatli seçiyorum. Konuşurken bile de’leri ayırıyorum. Dikkatinizi çekerim efenim, “gülemeyen” dedim. “gülmeyen” demedim ki. Size iltifat ettim. Öyle güzel bir gülüşünüz var ki ..

Aman da aman, bu da ne. Bu tomurcukta nereden çıktı hanımefendiciğim. Güneşinizi, suyunuzu ve hatta sohbetimizi yinelerken gün be gün ne de mutlu etti bu tomurcuk. Ohh, burnuma bile geldi kokusu.  Kokmaz olur mu? Hiç kokmaz olur mu? Müzik, müzik mi açayım size? Ne dinlemek istersiniz bugün? Yok, o olmasın. Ben, pek havamda değilim. Ama illa istiyorsanız tabi, tabi sizin için sadece sizin için açarım.

Ah, fark etmemişim. Bana da iyi geldi. Siz yok musunuz siz, ne de iyi bilirsiniz bana iyi geleceği.. Evde kaldığım şu günlerde hayatın varlığını, değerli olduğumu laf aramızda ,kimse için olmasa bile sizin için, gösterdiniz bana. Bu tomurcuk, büyüyecek. Sohbetimiz çoğalacak. Sevgimiz de taç yapraklar gibi alımlı, ruhumuz çanak yapraklar gibi bizi birbirimize bağlayacak, koruyacak. Çay? Çay içer misiniz? Peki, size ne ikram edeyim? Ama olmaz. Peki, bu seferlik böyle olsun madem. Bir çay koyup geliyorum, bekleyin olur mu?
***

Herkese merhaba! Ocak ayından beri görüşemiyorduk. Umarım sağlıklı ve sıhhatlisinizdir. Zamanımı mutfakta yeni şeyler deneyerek, dizi- film izleyip bir şeyler okuyarak geçiriyorum. Öyle "kendimi geliştirmeliyim!" gibi büyük kaygılarım yok bu süreçte. Durmam, dinlenmem gerekiyormuş ve öyle de yapıyorum. Aslında, hiçbir şey yapmamakta bir şey yapmakmış. Bunu anladım. Ve ben; 

Evet.
Sevgiyle kalın..
Melis