11 Kasım 2018 Pazar

Oturun, lütfen.


Tavan arasında duran eski fotoğrafları albüme yerleştirmenin zamanı gelmedi mi sence de?

Hadi, kalk!
O aptal telefonu elinden bırak ve harekete geç.

Ya da bir saniye, bir saniye. . Onunla küçük bir işimiz daha var.
Telefon rehberine göz at ve uzun zamandır konuşmadığın bir arkadaşını ara hadi. Şimdi nerede? Neler yapıyor? O yıllarda, bu günlerin hayallerini kuruyordunuz ya hani; hayallerini gerçekleştirebildi mi acaba? Hayat, farklı yollara yöneltmiş olabilir sizi ama hiç merak etmiyor musun onu?

Hadi ama yapma! Neden yıllar sonra aramanı farklı şekilde yorumlasın ki? Onu araman hem sana hem de ona iyi gelecek biliyorsun. Boş yere kuruntu yapıyorsun. Ara hadi. Şimdi, şu an ona ve en önemlisi kendine bir iyilik yap ve ara.  

-Aradığınız kişiye şu a-
En azından yola çıktın. Bu da bir şey..

E, nerede kalmıştık? O telefonu elinden bırakıyordun artık değil mi? Kalk, hazırlan haydi. Bugünü diğerlerinden farklı kılalım beraber. Hazırlansana. Sokağa çıkıp biraz hava alalım.

Hayır, hayır onlar değil. Bir kere o sana hiç yakışmıyor. O da değil.. Tabii ki onları giymeyeceksin. Zaten sadece iş zorunluluğundan giyiyorsun. Onlardan pekte hoşlanmadığını biliyorum. İyisi mi öbürküleri giy. Evet, evet o rafın en altındakileri. Yapma ama onlarla rahat ettiğini ikimizde biliyoruz. Neden bu kadar uzun süredir onları giymedin ki zaten? Bak hala kuruntu yapıyorsun. Hadi elindekileri giy, döndüm arkamı. Ayrıca sen her halinle güzelsin. Seni güzelleştiren şeyler, saçın, makyajın veya pek özendiğin o kıyafetlerin değil ki. O eşsiz gülümsemen.

Daha giyinmedin mi?

Hadi çıkalım! Bu arada, gülümseme demişken; tanımadığın insanlara selam vermeyi ve gülümsemeyi unutma olur mu? Gülümse. Kimseye aldırış etmeden. Bir gün olsun diğerlerinin senin hakkında ne düşündüğünü bir kenara ayır.

Oh,işte bu! Şimdi temiz bir hava al. Ciğerlerine kadar ulaştığını hisset bu havanın. Şimdi daha iyi hissediyorsun değil mi? E, o zaman hadi başlayalım sokaklarda yürümeye.
Lütfen, o kulaklığı cebine sokar mısın? Bugün kendi müziğine* değil; sokağın müziğine kulak verme zamanı bence. İnan zamanla sen de bana hak vereceksin. Ne taraftan gidelim? Düz mü? Düz? Neyse, peki.

Bir dakika, bu sesi duyuyor musun? Bunu yahu. Dinle. Gel bu taraftan. Ne demek o sokağa daha önce hiç girmedim. Şaka mı yapıyorsun sen? Gel hadi. Her zaman aynı rotayı izlemekte nedir? Yoldan çıkmazsan kendini keşfedemezsin ki. Solda yatana da bak, birazcık sevmek ister misin? Seni hınzır, nasıl da mayıştı sen onu sevince. A, bak burada da sahaf varmış. Bir ara uğrayalım. Dur bakkaldan su alıp hemen geliyorum. Başka bir şey ister misin?
O değil de; etrafındaki güzellikleri keşfetmekten daha güzeli var mı? Bak sana çikolata da aldım. Gerçekten uzun zamandır yememiş miydin bunu?  

Hu hu!

Yaklaştıkça artan müziğe kulak ver. Yahu ne de iyi çalıyor çocuklar! Gel, biraz öne gidelim buradan hiçbir şey göremiyorum ki ben.

Bana kalırsa, alkış yapmayı ve sağa-sola salınmayı bırak. İçinden gelene uyum sağla. DANS ET! Of, yapma hadi. Sabahtan beri ne konuşuyoruz ne utanması. Şu an dans etmek istemiyor musun sen de? E, o zaman ne engel oluyor ki sana? Yanlış düşünüyorsun. Seni harekete geçiren şey buradaki insanları – muhtemelen- tekrar görmeyecek olman olmamalı.

Ah, işte böyle.. Dans et. Sadece ruhunda hissettiklerini yansıt dışarıya..

Yoruldun değil mi biraz. Gel sahile çıkıp dinlenelim. Bu yolundan neden devam etmeyelim ki?  Sahile çıktığından emin değil misin? Peki, öğrenmenin tek bir yolu var. Hadi beni takip et. Bu taraftan.

Şuna bak! Şuraya işte. Şu kırmızı kapının orası. Gördün mü? 2-3 ay önce broşürünü görüp ‘buraya mutlaka uğramam lazım’ diye aklından geçirdiğin yer değil mi orası? Ve bunca zaman gelmediğin. .Ve hatta evine bu kadar yakın olduğunu bilmediğin yer. Aferin.. Ah, bak. Bugünde tadilattaymış. Sana inanamıyorum doğrusu. Neyse, bu taraftan..

-Geçse de yolumuz, bozkırlardan; denize çıkar sokaklar-**

He he.

İşte şimdi sakinleşme zamanı.. İyot kokusunu çek içine hadi. Çek, çek, çek. Ah, bu bile rahatlamana yetti değil mi? Gel, sahildeki banklardan birisi boşaldı. Otur biraz. Otur da soluklan, otur da hayatın telaşından sıyrıl. Otur da hemen her gün aslında onlardan biri olduğun,  çevresindeki güzellikleri fark edemeyenleri seyret. Otur da derin bir nefes al. Otur da yaşa. Yaşadığını hisset. Sadece nefes aldığın günlere inat biraz da sen yaşa..

Ve unutmadan; mantığına değil, kalbinin sesine kulak ver. Daha sık kulak ver.




**Yeni Türkü - Fırtına

31 Mayıs 2018 Perşembe

İadeli Taahhütlü


Merhaba,
                Uzun süre kalemi eline almayınca insan; inceden kopuyormuş kelimelerden. Masamın başında yeni ay yazısı için çalışıyorum saatlerdir. Sanki bir cümle yazsam, diğer sözcükler domino taşları gibi art arda dökülecek ve öncesinde planladığım motifler, resimler ortaya çıkacak. Ama hangi taşa vuracağıma karar veremediğim için her bir cümleyi tek tek düşünüyorum. O kadar çok şey anlatmak ve paylaşmak istiyorum ki hangisini önce anlatacağıma karar veremiyorum. En sonunda da kule yapılmış iskambil kâğıtları gibi zihin fırtınamda devriliyorum. Yani anlayacağınız ortada bir şey var gibi de yok gibi de. Duygularıma tercüman olacak sözcüklerin o kararlı ve net çizdiğim cümlelerde saklı olabileceği sorusu ile yüzleşiyorum. O satırları birleştirsem bir yazı çıkar mıydı? Ya da acele davranmayıp devam etsem bir sona varır mıydım?
Acele yaşıyoruz hayatı, acele. Hep bir yerlere yetişmek kaygısı içerisindeyiz. Sanki geç kalırsak buzlu bir ekran da “Game Over” yazısı görecek gibi yaşıyoruz. Sırtımızı döndüğümüz yerde bir filiz yeşeriyor, onun büyümesine şahit olabilmek için yüzümüzü ona döndüğümüzde; önümüzdekiler ardımıza düşüyor bu sefer de. Seçim yapmaya itekleniyoruz sürekli. Özgür olduğumuzu zannedip seçim yapmaya sürükleniyoruz. Seçimlerimizi ise görgümüz ve tecrübelerimiz belirliyor. Dört duvarı maviye boyalı üstü açık bir kutuda yaşıyoruz. Her yanımızı gök yüzü gibi sonsuz sanıp duvarlarımıza yaklaşmıyoruz. Çünkü “özgürüz”! Özgürlüğün derecesi değil önemli olan, özgür olduğunu bilmek dört duvar arasında da olsan, gözlerin boyanmışta olsa “özgürsün” ya hani.. Boyundan büyük laflar edebilirsin pekala..
Benim gibi mesela..
O nedenle boş ver şimdi beni..
                Sen nasılsın? Umarım hayatında her şey yolundadır. Geçen ay yazdığım hikâye çok beğenildi biliyor musun? Çok güzel geri dönüşler aldım. Haliyle de bu durum çok mutlu etti beni. Eleştiri bir nimet. Kendini yenilemen, çoğaltman için. O nedenle geri dönüşlere öyle çok sevindim ki anlatamam!
                Yalan yok, geçen ayki hikâye beğenilince bu ay da bir tane paylaşayım diye düşündüm. Hatta görmezden geldiklerimizle alakalı olacaktı. Hayatımızın merkezinde olup hayatımızdan bir o kadar bağımsız olanlarla alakalı. Ama yapamadım. Giremedim bir türlü cümleye. Bilgisayarımın masa üstünde 10-12 tane “mayıs yazısı” adlı dosya var biliyor musun? Her bir tamamlanmayı bekleyen sözcüklerle dolu. “Neden yapamadın, yazamadın Melis?” Sorusuna gelecek olursak; daha birkaç gün önce bir kitap bitirdim. Yekta Kopan’ın Sait Faik hikaye ödülü kazandığı kitabı; ‘Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri’. Kitap 10 bağımsız hikayeden oluşuyor. Tavsiye ederim. Oldukça sade ve sürükleyici bir dili var Yekta Kopan’ın. Okuduğum ilk kitabı belki ama son olmayacağı kesin:)
                Her neyse sevgili dostum, daha yeni bir hikaye kitabı okuduğum için yazdığım hikayelerde de biraz taklit sezdim. 'Pimpirikleniyorsun gene Melis.' diyebilirsin. Ve hatta haklı da olabilirsin bu düşüncede ama içim rahat etmedi. Durum böyle olunca da içime sinmeyen bir yazıyı da seninle paylaşmak istemedim dostum. Öyle olunca da ben de sana mektup yazmaya karar verdim. Keşke adresini bilsem,  güzel kâğıtlara seni düşünerek nakış gibi işlesem cümleleri de bu elektronik ortam samimiyetsizliğinden sıyrılsak. Somutlaşsak. Belki bilmiyorsundur, çok değer veriyorum somut şeylere. Ne bileyim bir şeylere dokunmak, elime almak mutlu ediyor beni. Bazen bir koku bazen bir sözcük bazen ansızın damlamış olan kalem mürekkebi o güne alıp götürüyor.
                Önceki yılların birinde yılbaşı için arkadaşlarıma kartpostal yollamaya karar verdim. Her birinden adresleri alıp postaya verdim, kartları. Bir gün Facebook’tan bir kullanıcı mesaj yolladı; ‘yolladığınız kart bana ulaştı. Arkadaşınıza nasıl ulaştırabilirim?’ diye. Meğer sitenin iki kapısı varmış ve postacı yanlış kapıdan girip posta kutularını karıştırmış. Bu esrarengiz olayı açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız sırada; kartın ulaştığı kişi; “hayatımda ilk kez kart postal aldım, öyle mutlu oldum ki” dedi. Bunu duyan melis durur mu? Evet, haklısın dostum. Durmaz. Hemen ertesi gün bir kart alıp aynı adrese o kişi adına yolladım. Merak etmeyin. Bu sefer ki kart aynı adresi yazmama rağmen arkadaşıma ulaşmadı. Ah postacı ah! Ve kartta şu yazılıydı; “Her insan hayatında en az bir kere kartpostal almalı Sevgilerle..”
Her insan hayatında bir kere de mektup almalı. İşte sevgili dostum, bu satırları işte bu sebeple yazıyorum. Senin için..  Elinde bizim için özel bir anı kalsın diye.
Bir yazıda okulun bittiğinden bahsetmiştim. Hatta hatırlarsan; adadan ayrılmadan son bir yazı da paylaşmıştım. İnstagram’da fotoğraf paylaşmayınca kimse mezun olduğumu düşünmemiş. Hayatımı o mecradan mı yayınlamam lazım yahu?!
                Bana gelecek olursak dostum; öğrencilikten sıyrılıp iş hayatına adapte olmaya çalışıyorum. Şu an stajyerim. Kendimce çok zorlandığımı düşünmüyorum. Ama dışarıdan nasıl görünüyordur? Bilemiyorum. Bu süre zarfında kendime çok zaman ayıramadığımı düşünüyorum açıkçası. Adada yaptığım gibi kendimle çok baş başa kalmıyorum. Gariptir, kalmakta istemiyorum. Daha az yazı yazıyorum mesela. Bir de denizi çok özlüyorum. Denizsiz bir şehirde yaşıyorum.  Alıp başımı deniz kenarına yürüyüşe çıkmayı çok özlüyorum. Dalga sesi eşliğinde yıldızları izlemeyi de. O sahilde geçirdiğim, kendimle baş başa kaldığım zamanları özlüyorum. Hal böyle olunca; bu denizsiz şehirde çarşıya yürüyüşe çıkıp birbirinin yüzlerine bile bakmayan insan kalabalığının bir parçası oluyorum ben de. Onları izlemek ve analiz etmeye çalışmakta çok keyifli aslında. Hiç fark ediyor musunuz; insanlar çok mutsuz. Yüzleri hiç gülmüyor. Kaşlar hep çatık; gözler ise düşünceli..  Her ne sepele olursa olsun gülümsemeyi unutmamalı bence insan. Gülebildiğin zaman; en çokta kendine gülebildiğin zaman özgürsün dostum. İşte o zaman az önce bahsettiğim duvarları yıkar; yeni ufuk çizgileri keşfedersin. Ufuk çizgisi.. Yaklaştıkça aynı uzaklıkta olması.. İşte özgürlük o ufuk çizgisinde saklı değil mi dostum!
                Yurt hayatında ev hayatına yatay bir geçiş yaptım. Ev de olmak güzel. Hem de çok güzel, huzurlu. Hala kendimi tatil için eve gelmiş, geri dönecekmişim gibi hissetsem de güzel. Evin, Türkiye’nin düzenine alışmam biraz zaman alacak gibi ama çabalıyorum.
                Yeni yeni müzikler ve gruplar keşfediyorum. Yeni şeyler öğrenmek için çabalıyorum. Derler ya hani “bilgiye ne kadar yaklaşırsan; senden o kadar uzaklaşır” diye. Hemen hemen her gün bu cümle ile yüzleşiyorum.
                Daha anlatabileceğim onlarca şey geliyor aklıma. Başımdan geçenleri sıralamak istiyorum bir bir. Gene hangi birini önce anlatsam kaygısından hiçbir şey anlatamıyorum. İyisi mi bu seferlik bu kadar diyelim dostum.. Yeni bir mektupta görüşmek üzere..

Sağlıcakla..

Melis.



30 Nisan 2018 Pazartesi

Günbatımı Hikayeleri - I

Dakikalardır sahilde tek başıma yürüyorum. İyot kokusunu içime çekiyor, göz yaşlarımı denize bırakıyorum. Kalp kırıklıklarım denizle buluştukça, dalgakıran dağıtıyor bütün hüznümü..

Onlarca insanın yanından geçiyorum, günbatımında. An geliyor fotoğraflarının "arkadan geçen" i, an geliyor sohbetlerinin kulak misafiri oluveriyorum. Kahkalarındaki samimiyetsizliği duyuyor, gözlerindeki kahrı görüyorum. Göremesem bile hissediyorum, en derin korkularını. Ne yapabilirim ki, böyleyim ben. İnsanları tanıyabiliyor, sözcüklerin ardını görebiliyorum. Sesteki en küçük titremeyi hissedip duvarlardaki hikayelere kulak verebiliyorum. 
Onlar bilmeden bu kadar hayatlarındayken yanlarından geçtiğimi fark bile etmiyorlar. Umursamıyorum ben de bunu. Alıştım artık. Devam ediyorum yürümeye. Gökyüzündr salınan bir uçurtma gibiyim. İplerim birinin/birilerinin elinde ama esen rüzgara göre yönümü belirliyorum. Havada kalmak da; yere çakılmak da benim tercihim! Size bir sır vereyim mi? Bazen yere çakılmayı istiyorum ve bundan keyif alıyorum. Çünkü o zaman bir süreliğine iplerim serbest kalıyor.
Tercihlerim yönlendirdi bugüne kadar beni, seçimlerim 'ben' olmama firsat verdi. Ve belki de bu şekilde beni fark etmeyen insanların ruhlarının derinliklerini görebildim, duyabildim. Belki de bu durum hoşuma gittiği için "görünmez" olmayı seçtim. Yani aslında şikayetçi olduğum şey benim seçimlerim sanırım. Şimdi, her adımımda bununla yüzleşiyorum. 
Yürümeye devam ettiğimden bahsetmiş miydim? Gün oldukça indi. Kızıllık gözlerimi büyülüyor. Ve hala kimse fark etmiyor beni. 

Durun, bir kişi dışında kimse.. Başını kaldırdı ve gülümsedi bana, tabii ki içten bir gülümseme de benden ona ulaştı. Görünmezlik zırhımı inceltti. Bazı şeyleri mi hissetti acaba? Mesela tercihlerimin yarattığı pişmanlıkları ya da dalgakıranın bile dağıtamadığı boyumu aşan dalgaları? Sahi, ne hissettin de gülümsedin çocuk? 

Günbatımları güzeldir; gündoğumları kadar olmasa da..


29/4/18 - İzmir
* Kendi hikayemi degil belki ama eminim ki birinin hikayesini paylastim bu ay. Sizde kndik hikayenizi bhikayenizi benimle paylasmak isterseniz, adresi biliyorsunuz:) 
melissancak23@gmail.com

30 Mart 2018 Cuma

Yağ Satarım Bal Satarım


Derin bir nefes al şimdi
Ve düşün.
Sevgimizi nerede kaybettik?
Nefretten, kibirden, gözyaşından(...) beslenmeye ne zaman ve nasıl başladık?
Acaba en başta, ta en başında sevgisizdikte ; "sevgi oyunu" mu oynuyorduk?
Portakalı soydum başucuma koydum. Ben bir yalan uy-dur-dum!

Üç
İki
Bir
Tıp!

Bu oyunu kim bozdu peki?
Mızıkçılık yapan kim?

Haydi gel, biraz daha düşünelim, tüm renkleri.. Hepsini! Siyahından pembesine; beyazından moruna.. Hepsini. Kendi renklerini düşün, onları hissetmeye çalış.. Toplumunun renklerini düşün.. Bir skala da nasılda uyum halinde beyaza çaldığınızı anımsa. Işıksızlığın yarattığı siyahı anımsa. Ama unutma siyahında bir renk olduğunu. Ama fark et artık; ışığı kapatanlar mızıkçılık yapanlar. Bir ışık süzmesindeki kendi yerini hatırla. O yere, o renge; o rengin sen de yarattığı hisse inan. Seni zorla karanlığa, ışıksızlığa itenlere değil; gerekirse kendi siyahına inan. 

Duma duma dum!
Kırmızı mum!

Açık mavi!!!!!
...
İSTOP!

Renksizliğe itildiğin değil; özgürce renk seçimi yaptığın günlere dön şimdi.
O topu yakalama heyecanını hatırla. 
Hızla açık mavi rengini arayışını; ona kavuşma heyecanını her adımda artan kalp atışını hatırla. 
‘Zor renk seçmeliyim’ uyanıklığını hatırla.

Fildişi!!!!
...
...
İSTOP!
Fildişi renkli ceketiyle kaldırımda yürüyen kadının ceketini tutuşunu anımsa. O tutkuyu, o heyecanı yeniden içinde yarat.

Renkler.
Bütün renkler..
Kendindeki, toplumdaki bütün renkleri sevdiğini anımsa. 
Renk seçebilme hürriyetinin mutluluğunu hatırla.
Bisikletinle sinek ilacı arabasının arkasına takılmanı; bayram haçlığını alır almaz harcayışını, ağzını leblebi tozu ile doldurup boğulmayı göze alıp ıslık çalmaya çalışmanı ne bileyim; fırından aldığın sıcak ekmeyi daha eve gelene kadar arkadaşlarınla ellerinizi üfleye üfleye yediğinizi, sonra evdekilerden azarı yiyip fırına yeniden can havliyle koşuşunu hatırla..

Ya gerçekten çok iyi oyunculardık biz ya da sevgisiz değildik.
Sevgiyi hatırla! 
Bir somun ekmeği bölüştüren, kahkalarlar sizi bir yapan, kalp atışlarını hızlandıran o sevgiyi.. 
Çünkü;
Sevmek, sevgiyi hatırlamak renklerden geçecek.
Sevgiyi hatırlayamıyorsan bile sana bir tüyo renkleri hatırla.
Renksizliğe itilmişliğinden kurtul! Işığa yönel. Boyun eğme diktalara. Yeteri kadar kalmadın mı karanlıkta?
Maviysen, sarıyı oynama. Ama turuncu olmayı da isteme. Hep mavi kal, mesela.


Dolapta pekmez, yala yala bilmez.
Ayşecik cik cik cik
Fatmacık cık cık cık
Sen bu oyundan çık, pis çocuk!


25 Şubat 2018 Pazar

Son'un Başlangıcı

Dakikalardır duvara bakıyrum.
Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum.
Yaşadığım şey bir tür boşluk ya da tam aksine güçlü bir duygu yoğunluğu, adını koyamıyorum.
Düşüncelerime yetişemiyorum. Sanki yetişsem, derilikleri altında ezilecek, boğulacakmışım gibi hissediyorum. İşte bu satırları tam da bu sebeple; kendimden kaçmak için yazıyorum..
Bir yerlere; bir şeylere veda etmek ne de zormuş.
Sokaktaki kediye, dalda narince sallanan yaprağa, duvarlara, anılara.. Birilerini; bir şeyleri geride bırakmak ne zormuş. Yeni bir yola girmek, yeni hayata yeni insanlara adapte olmaya çalışmak ne zormuş.

***

Gözlerimi kapatsam mesela,
En başa; ta en başına dönebilsem..
Gizli gizli kendimi seyretsem..
Neleri değiştirmek isterdim ki?
Aslında çokta keyifli olabilirdi kazandığım deneyimleri izlemek, kendimi gözlemlemek.
Anıları tekrar yaşamak, aynı kahkahaları içtenlikle yeniden atmak..
Yeri geldiğinde yeniden ağlamak ve hatırlamak..
Kişileri, olayları ve en önemlisi de kendimi.
Unutuyoruz. Bu çok insancıl. Daha yeni yaşadık ama belki yazının başını bile unuttun. Mesela yazının başında yaptığım harf hatasını hatırlıyor musun? Ama o an dikkat etmiştin değil mi?
Umursamıyor musun? Yoksa unutuyor musun? "Umursamadığı şeyleri unutur insan" diye bir şey yok. Her şeyi unutuyoruz. Şaka gibi. Her neyse o, bizi biz yapıyor ve biz unutuyoruz.
İşte tam de bu nedenle dönmek en başa, ta en başına..
Ne de değerli olurdu!

***

4.5 yıl.
Bir iki çanta ve bir kutuya sığdı.
4.5 yıl!
Kazanılan deneyimler,
Yaşanılan anılar..
Sadece iki çanta ve bir orta boy koli..
Vedalar..
Kavuşmalar..
Ayrılıklar..
Mutluluklar..
Pişmanlıklar..
Ve daha nicesi

Hepsi bizim için,
Biz insanlar için var.
Belki de hayatı değerli kılan şey bu.
Günlerdir çok hüzünlüyüm.
Uzun ve sessiz düşünceler içerisindeyim. Dedim ya hani birden fark ediyorum ve duvara bakakalmışım. Ya bir boşlukta ya da duygu yoğunluğu içerisindeyim.
İnanamıyorum hala ama bitti.
Mezun oldum,
Yaşadığım şehre, anılara, insanlara (…) veda sürecindeyim..
Ne gitmek istiyorum ne de kalmak. Garip bir boşlukta duygularımın en yoğun yerindeyim.
Anlatsam, kelimelerim tükenir; sussam gönlüm razı değil..
Her şeyin en başına,
en başa, dönmeye ne dersin melis?

Hoşçakal Gazimağusa..
Bu şehirden bir melis geçti. Unutma olur mu?
Hadi, sağlıcakla!



*Başlık'ı bulan Hazal' a selam olsun!

Adresi biliyorsunuz, melissancak23@gmail.com :)

11 Ocak 2018 Perşembe

Sev.

2018'in ilk yazısından herkese merhaba!

Umarım güzel bir yıl her birimizle olur.
Umarım bu yıl kalbinizin en derinlerinde yatan; hiç kimseyle paylaşamadığınız hayalleriniz gerçekleşir.
Sağlık, huzur, aşk, başarı.. bu yıldan ne bekliyorsanız sizinle olsun!

Bu yıl en az ayda bir yazı yayınlama hedefim var. Bakalım başarılı olabilecek miyim? Güzel günler; güzel  anlar yaşayım ki sizinle paylaşacak kadar değerli olsun değil mi?:)

Benim gibi günlük tutan bir insansanız eğer; 30-31 aralık günlerin de yapılabilecek en güzel etkinlik o yılın günlüklerini okumak aslında. Hataların tekrarlanmaması, aynı heyecanların yeniden yaşanması, buruk ama en içten gülümsemelere yeniden ulaşılabilmesi ve "yaşadım" denilebilmesi için..
Günlüklerim maalesef yanımda değildi, evde bırakmışım. Bende 4 yıldır, üniversite de yanımda bulunan not defterlerime göz attım. İnanılmazdı! İnanın beklemediğim yerlerden beklenmedik notlar döküldü ve şaşkına cevirdi beni. . Bakın nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama inanılmazdı! İyi ki, iyi ki okumuşum!

Daha önce bundan size bahsetmedim. Hatta uzun süredir kendime bile bahsetmedim ama yazım aşamasında olan bir senaryom var. Bir kısmı kayıtlı olarak, duruyor bilgisayarım da. Kimisi de dağınık halde.. Kimi kağıtlar da kimi not defterlerinin arasın da birleşmeyi bekler halde.. Hatta bazı attığım tweetler bile var. O an yanımda kağıt ve kalem olmadığı için bir yerlerde somut olarak kalsın diye oraya yazıvermişim:D Düşünün Twitter'a bile yazdım bazı bölümleri..
Defterleri karıştırırken o bölümleri, parçaları - artık adına her ne derseniz- buldum. Hatta içine bir de masal eklemeyi düşünmüşüm. Yahu ben masal yazmaya başlamışım! Şahane bir şey bu! Çünkü masallar sadece çocukları için değildir. Sözüm ona biz yetişkinlerin vardır aslında en çok masala ihtiyacı. İyilerin her zaman kazandığını hatırlayabilmek için en basitinden..
Masal şöyle başlıyor;
"Bir varmış bir yokmuş. Eski zamanların birinde güzeller güzeli bir sütçü kız yaşarmış. Bu kız öyle güzel öyle tatlıymış ki bakan bir daha dönüp bakar; kızın sohbetine de doymazmış. Kızıl renkli dalgalı saçları yemyeşil gözleri, bembeyaz teni varmış.. Bir gün bizim sütçü kız, babasından kendisine yadigar kalan ineği sağmak için ahıra gitmiş. Bir de ne görsün; inek ortalarda yok. Ahırın her tarafını aramış, evin etrafına bakmış. Köye kadar inmiş ama bizim yadigar ineği bulamamış.."
Peki neden yarım? Ne düşündüm acaba devamı için? Bir an bir şeyler yazımı, hayal dünyamı bölüp bu halde bırakıvermişim. Geçenlerde bir arkadaşıma da söyledim. Sizinle de paylaşayım, bir söz okumuştum bir keresinde şöyle diyordu; "'Yarın uyanırız' diye bile söz verme. Gün gelir, kalkamaz halde, uyanamaz bedenin."


E, o zaman neden yarım bırakıyoruz hayallerimizi? Hikayelerimizi? Hayatımızı neden yarım bırakıyoruz?
Bitirmekten korkuyoruzdur belki de. Ya da başlangıçlardan.. Her son yeni bir başlangıçtır ya hani. Başarısız olma düşüncesi korkutuyordur belki de bizi. Ya da sonlandıracağımıza dair inancımız mı yok acaba? 
Nedenler? Niçinler? Ve nasıllar?
Hayatımız koca bir soru işareti. O soruların cevabı ise yine biz de. Peki senin o soruları cevaplamaya cesaretin var mı?
Var mı Melis?
Hadi dürüst ol bize.

Hayaller.. 
Yüzlerce hayal. .
Hayallere ulaşmakta biraz bizim ellerimiz de değil mi? 
Hadi ama
Hayatı suçlamaktan vazgeç artık!
Senin hayatla bir problemin yok. 
Güzel sesli bir kadının dediği gibi, senin problemin hayatla değil; insanlarla ve onların kurdukları düzenle. 
Fark et bunu!
Düzene ayak uydurursan sistemin kölesi olursun!
Boş ver kulağa çalınan sözleri, boş ver kimin ne düşündüğünü. 
Birilerine ayıp olmasın demekten vazgeç!
Kendine ayıp ettiğinin farkına var artık.
Bu hayatta senden sadece bir tane var. Eşin, benzerin yok.
İşte tam da bu nedenle özel ve önemlisin ya zaten..  
Yarın yok!
Bugün var.
Tamam, çokta gaza gelmeyelim tabi ki de :D
Bunları da unutma yani:D
Ne olur ne olmaz.
Yıllardan medet umma. 2018'in de diğerlerinden farkı yok. Sen kendi farkını yarat. Kendi farkının farkına var artık. 

Bu yıl çok sev mesela. 
Önce kendini,
Sonra doğayı.
Daldaki kuşu,
Sokaktaki kediyi,
En çokta denizi.
Rüyaları sev,
Hayal kurmaktan vazgeçme.
Masal oku! 
Gülümse!
Selam ver, tanımadığın insanlara.
Hiç tanımadığın insanların düğününe git mesela. Test edildi, inanılmaz keyifli oluyor. Hahah bir de "bunlar kim yahu" diye bakan şaşkın gözler görülmeye değer. Umursama halay çek! "Çünkü mantık size bir A noktasından B noktasına götürür. Halay ise her yere" :D

Demem o ki, bir şeyler yap!
Şiir oku, bir çocuğun başını okşa ne bileyim bir hayvan sahiplen.
Aç camı ve derin bir nefes al şimdi! Yaşadığına şükret! Nefes alabildiğine şükret.

Cesur ol!
Yüreğinle hareket edebilecek kadar cesur!

Ve unutma, 
Hikayeler, masallar, hayaller(...) değil; sen yarım kalıyorsun..


Olur ya, yazmak isterseniz bana "melissancak23@gmail.com"adresi kadar uzağım size:)