31 Mayıs 2018 Perşembe

İadeli Taahhütlü


Merhaba,
                Uzun süre kalemi eline almayınca insan; inceden kopuyormuş kelimelerden. Masamın başında yeni ay yazısı için çalışıyorum saatlerdir. Sanki bir cümle yazsam, diğer sözcükler domino taşları gibi art arda dökülecek ve öncesinde planladığım motifler, resimler ortaya çıkacak. Ama hangi taşa vuracağıma karar veremediğim için her bir cümleyi tek tek düşünüyorum. O kadar çok şey anlatmak ve paylaşmak istiyorum ki hangisini önce anlatacağıma karar veremiyorum. En sonunda da kule yapılmış iskambil kâğıtları gibi zihin fırtınamda devriliyorum. Yani anlayacağınız ortada bir şey var gibi de yok gibi de. Duygularıma tercüman olacak sözcüklerin o kararlı ve net çizdiğim cümlelerde saklı olabileceği sorusu ile yüzleşiyorum. O satırları birleştirsem bir yazı çıkar mıydı? Ya da acele davranmayıp devam etsem bir sona varır mıydım?
Acele yaşıyoruz hayatı, acele. Hep bir yerlere yetişmek kaygısı içerisindeyiz. Sanki geç kalırsak buzlu bir ekran da “Game Over” yazısı görecek gibi yaşıyoruz. Sırtımızı döndüğümüz yerde bir filiz yeşeriyor, onun büyümesine şahit olabilmek için yüzümüzü ona döndüğümüzde; önümüzdekiler ardımıza düşüyor bu sefer de. Seçim yapmaya itekleniyoruz sürekli. Özgür olduğumuzu zannedip seçim yapmaya sürükleniyoruz. Seçimlerimizi ise görgümüz ve tecrübelerimiz belirliyor. Dört duvarı maviye boyalı üstü açık bir kutuda yaşıyoruz. Her yanımızı gök yüzü gibi sonsuz sanıp duvarlarımıza yaklaşmıyoruz. Çünkü “özgürüz”! Özgürlüğün derecesi değil önemli olan, özgür olduğunu bilmek dört duvar arasında da olsan, gözlerin boyanmışta olsa “özgürsün” ya hani.. Boyundan büyük laflar edebilirsin pekala..
Benim gibi mesela..
O nedenle boş ver şimdi beni..
                Sen nasılsın? Umarım hayatında her şey yolundadır. Geçen ay yazdığım hikâye çok beğenildi biliyor musun? Çok güzel geri dönüşler aldım. Haliyle de bu durum çok mutlu etti beni. Eleştiri bir nimet. Kendini yenilemen, çoğaltman için. O nedenle geri dönüşlere öyle çok sevindim ki anlatamam!
                Yalan yok, geçen ayki hikâye beğenilince bu ay da bir tane paylaşayım diye düşündüm. Hatta görmezden geldiklerimizle alakalı olacaktı. Hayatımızın merkezinde olup hayatımızdan bir o kadar bağımsız olanlarla alakalı. Ama yapamadım. Giremedim bir türlü cümleye. Bilgisayarımın masa üstünde 10-12 tane “mayıs yazısı” adlı dosya var biliyor musun? Her bir tamamlanmayı bekleyen sözcüklerle dolu. “Neden yapamadın, yazamadın Melis?” Sorusuna gelecek olursak; daha birkaç gün önce bir kitap bitirdim. Yekta Kopan’ın Sait Faik hikaye ödülü kazandığı kitabı; ‘Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri’. Kitap 10 bağımsız hikayeden oluşuyor. Tavsiye ederim. Oldukça sade ve sürükleyici bir dili var Yekta Kopan’ın. Okuduğum ilk kitabı belki ama son olmayacağı kesin:)
                Her neyse sevgili dostum, daha yeni bir hikaye kitabı okuduğum için yazdığım hikayelerde de biraz taklit sezdim. 'Pimpirikleniyorsun gene Melis.' diyebilirsin. Ve hatta haklı da olabilirsin bu düşüncede ama içim rahat etmedi. Durum böyle olunca da içime sinmeyen bir yazıyı da seninle paylaşmak istemedim dostum. Öyle olunca da ben de sana mektup yazmaya karar verdim. Keşke adresini bilsem,  güzel kâğıtlara seni düşünerek nakış gibi işlesem cümleleri de bu elektronik ortam samimiyetsizliğinden sıyrılsak. Somutlaşsak. Belki bilmiyorsundur, çok değer veriyorum somut şeylere. Ne bileyim bir şeylere dokunmak, elime almak mutlu ediyor beni. Bazen bir koku bazen bir sözcük bazen ansızın damlamış olan kalem mürekkebi o güne alıp götürüyor.
                Önceki yılların birinde yılbaşı için arkadaşlarıma kartpostal yollamaya karar verdim. Her birinden adresleri alıp postaya verdim, kartları. Bir gün Facebook’tan bir kullanıcı mesaj yolladı; ‘yolladığınız kart bana ulaştı. Arkadaşınıza nasıl ulaştırabilirim?’ diye. Meğer sitenin iki kapısı varmış ve postacı yanlış kapıdan girip posta kutularını karıştırmış. Bu esrarengiz olayı açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız sırada; kartın ulaştığı kişi; “hayatımda ilk kez kart postal aldım, öyle mutlu oldum ki” dedi. Bunu duyan melis durur mu? Evet, haklısın dostum. Durmaz. Hemen ertesi gün bir kart alıp aynı adrese o kişi adına yolladım. Merak etmeyin. Bu sefer ki kart aynı adresi yazmama rağmen arkadaşıma ulaşmadı. Ah postacı ah! Ve kartta şu yazılıydı; “Her insan hayatında en az bir kere kartpostal almalı Sevgilerle..”
Her insan hayatında bir kere de mektup almalı. İşte sevgili dostum, bu satırları işte bu sebeple yazıyorum. Senin için..  Elinde bizim için özel bir anı kalsın diye.
Bir yazıda okulun bittiğinden bahsetmiştim. Hatta hatırlarsan; adadan ayrılmadan son bir yazı da paylaşmıştım. İnstagram’da fotoğraf paylaşmayınca kimse mezun olduğumu düşünmemiş. Hayatımı o mecradan mı yayınlamam lazım yahu?!
                Bana gelecek olursak dostum; öğrencilikten sıyrılıp iş hayatına adapte olmaya çalışıyorum. Şu an stajyerim. Kendimce çok zorlandığımı düşünmüyorum. Ama dışarıdan nasıl görünüyordur? Bilemiyorum. Bu süre zarfında kendime çok zaman ayıramadığımı düşünüyorum açıkçası. Adada yaptığım gibi kendimle çok baş başa kalmıyorum. Gariptir, kalmakta istemiyorum. Daha az yazı yazıyorum mesela. Bir de denizi çok özlüyorum. Denizsiz bir şehirde yaşıyorum.  Alıp başımı deniz kenarına yürüyüşe çıkmayı çok özlüyorum. Dalga sesi eşliğinde yıldızları izlemeyi de. O sahilde geçirdiğim, kendimle baş başa kaldığım zamanları özlüyorum. Hal böyle olunca; bu denizsiz şehirde çarşıya yürüyüşe çıkıp birbirinin yüzlerine bile bakmayan insan kalabalığının bir parçası oluyorum ben de. Onları izlemek ve analiz etmeye çalışmakta çok keyifli aslında. Hiç fark ediyor musunuz; insanlar çok mutsuz. Yüzleri hiç gülmüyor. Kaşlar hep çatık; gözler ise düşünceli..  Her ne sepele olursa olsun gülümsemeyi unutmamalı bence insan. Gülebildiğin zaman; en çokta kendine gülebildiğin zaman özgürsün dostum. İşte o zaman az önce bahsettiğim duvarları yıkar; yeni ufuk çizgileri keşfedersin. Ufuk çizgisi.. Yaklaştıkça aynı uzaklıkta olması.. İşte özgürlük o ufuk çizgisinde saklı değil mi dostum!
                Yurt hayatında ev hayatına yatay bir geçiş yaptım. Ev de olmak güzel. Hem de çok güzel, huzurlu. Hala kendimi tatil için eve gelmiş, geri dönecekmişim gibi hissetsem de güzel. Evin, Türkiye’nin düzenine alışmam biraz zaman alacak gibi ama çabalıyorum.
                Yeni yeni müzikler ve gruplar keşfediyorum. Yeni şeyler öğrenmek için çabalıyorum. Derler ya hani “bilgiye ne kadar yaklaşırsan; senden o kadar uzaklaşır” diye. Hemen hemen her gün bu cümle ile yüzleşiyorum.
                Daha anlatabileceğim onlarca şey geliyor aklıma. Başımdan geçenleri sıralamak istiyorum bir bir. Gene hangi birini önce anlatsam kaygısından hiçbir şey anlatamıyorum. İyisi mi bu seferlik bu kadar diyelim dostum.. Yeni bir mektupta görüşmek üzere..

Sağlıcakla..

Melis.