Merhaba,
Uzun
süre kalemi eline almayınca insan; inceden kopuyormuş kelimelerden. Masamın
başında yeni ay yazısı için çalışıyorum saatlerdir. Sanki bir cümle yazsam,
diğer sözcükler domino taşları gibi art arda dökülecek ve öncesinde planladığım
motifler, resimler ortaya çıkacak. Ama hangi taşa vuracağıma karar veremediğim
için her bir cümleyi tek tek düşünüyorum. O kadar çok şey anlatmak ve paylaşmak
istiyorum ki hangisini önce anlatacağıma karar veremiyorum. En sonunda da kule
yapılmış iskambil kâğıtları gibi zihin fırtınamda devriliyorum. Yani
anlayacağınız ortada bir şey var gibi de yok gibi de. Duygularıma tercüman
olacak sözcüklerin o kararlı ve net çizdiğim cümlelerde saklı olabileceği
sorusu ile yüzleşiyorum. O satırları birleştirsem bir yazı çıkar mıydı? Ya da
acele davranmayıp devam etsem bir sona varır mıydım?
Acele yaşıyoruz hayatı, acele. Hep bir yerlere yetişmek
kaygısı içerisindeyiz. Sanki geç kalırsak buzlu bir ekran da “Game Over” yazısı
görecek gibi yaşıyoruz. Sırtımızı döndüğümüz yerde bir filiz yeşeriyor, onun
büyümesine şahit olabilmek için yüzümüzü ona döndüğümüzde; önümüzdekiler
ardımıza düşüyor bu sefer de. Seçim yapmaya itekleniyoruz sürekli. Özgür
olduğumuzu zannedip seçim yapmaya sürükleniyoruz. Seçimlerimizi ise görgümüz ve
tecrübelerimiz belirliyor. Dört duvarı maviye boyalı üstü açık bir kutuda
yaşıyoruz. Her yanımızı gök yüzü gibi sonsuz sanıp duvarlarımıza yaklaşmıyoruz.
Çünkü “özgürüz”! Özgürlüğün derecesi değil önemli olan, özgür olduğunu bilmek dört duvar arasında da olsan, gözlerin boyanmışta olsa “özgürsün” ya hani.. Boyundan
büyük laflar edebilirsin pekala..
Benim gibi mesela..
O nedenle boş ver şimdi beni..
Sen nasılsın?
Umarım hayatında her şey yolundadır. Geçen ay yazdığım hikâye çok beğenildi
biliyor musun? Çok güzel geri dönüşler aldım. Haliyle de bu durum çok mutlu
etti beni. Eleştiri bir nimet. Kendini yenilemen, çoğaltman için. O nedenle
geri dönüşlere öyle çok sevindim ki anlatamam!
Yalan
yok, geçen ayki hikâye beğenilince bu ay da bir tane paylaşayım diye düşündüm.
Hatta görmezden geldiklerimizle alakalı olacaktı. Hayatımızın merkezinde olup
hayatımızdan bir o kadar bağımsız olanlarla alakalı. Ama yapamadım. Giremedim
bir türlü cümleye. Bilgisayarımın masa üstünde 10-12 tane “mayıs yazısı” adlı
dosya var biliyor musun? Her bir tamamlanmayı bekleyen sözcüklerle dolu. “Neden
yapamadın, yazamadın Melis?” Sorusuna gelecek olursak; daha birkaç gün önce bir
kitap bitirdim. Yekta Kopan’ın Sait Faik hikaye ödülü kazandığı kitabı; ‘Aşk
Mutfağından Yalnızlık Tarifleri’. Kitap 10 bağımsız hikayeden oluşuyor. Tavsiye
ederim. Oldukça sade ve sürükleyici bir dili var Yekta Kopan’ın. Okuduğum ilk
kitabı belki ama son olmayacağı kesin:)
Her
neyse sevgili dostum, daha yeni bir hikaye kitabı okuduğum için yazdığım
hikayelerde de biraz taklit sezdim. 'Pimpirikleniyorsun gene Melis.' diyebilirsin. Ve hatta haklı da olabilirsin bu düşüncede ama içim rahat etmedi. Durum böyle olunca da içime
sinmeyen bir yazıyı da seninle paylaşmak istemedim dostum. Öyle olunca da ben
de sana mektup yazmaya karar verdim. Keşke adresini bilsem, güzel kâğıtlara seni düşünerek nakış gibi
işlesem cümleleri de bu elektronik ortam samimiyetsizliğinden sıyrılsak.
Somutlaşsak. Belki bilmiyorsundur, çok değer veriyorum somut şeylere. Ne
bileyim bir şeylere dokunmak, elime almak mutlu ediyor beni. Bazen bir koku
bazen bir sözcük bazen ansızın damlamış olan kalem mürekkebi o güne alıp
götürüyor.
Önceki
yılların birinde yılbaşı için arkadaşlarıma kartpostal yollamaya karar verdim.
Her birinden adresleri alıp postaya verdim, kartları. Bir gün Facebook’tan bir
kullanıcı mesaj yolladı; ‘yolladığınız kart bana ulaştı. Arkadaşınıza nasıl
ulaştırabilirim?’ diye. Meğer sitenin iki kapısı varmış ve postacı yanlış
kapıdan girip posta kutularını karıştırmış. Bu esrarengiz olayı açıklığa
kavuşturmaya çalıştığımız sırada; kartın ulaştığı kişi; “hayatımda ilk kez kart
postal aldım, öyle mutlu oldum ki” dedi. Bunu duyan melis durur mu? Evet,
haklısın dostum. Durmaz. Hemen ertesi gün bir kart alıp aynı adrese o kişi
adına yolladım. Merak etmeyin. Bu sefer ki kart aynı adresi yazmama rağmen arkadaşıma
ulaşmadı. Ah postacı ah! Ve kartta şu yazılıydı; “Her insan hayatında en az bir
kere kartpostal almalı Sevgilerle..”
Her insan hayatında bir kere de mektup almalı. İşte sevgili
dostum, bu satırları işte bu sebeple yazıyorum. Senin için.. Elinde bizim için özel bir anı kalsın diye.
Bir yazıda okulun bittiğinden bahsetmiştim. Hatta hatırlarsan;
adadan ayrılmadan son bir yazı da paylaşmıştım. İnstagram’da fotoğraf
paylaşmayınca kimse mezun olduğumu düşünmemiş. Hayatımı o mecradan mı
yayınlamam lazım yahu?!
Bana
gelecek olursak dostum; öğrencilikten sıyrılıp iş hayatına adapte olmaya
çalışıyorum. Şu an stajyerim. Kendimce çok zorlandığımı düşünmüyorum. Ama
dışarıdan nasıl görünüyordur? Bilemiyorum. Bu süre zarfında kendime çok zaman
ayıramadığımı düşünüyorum açıkçası. Adada yaptığım gibi kendimle çok baş başa
kalmıyorum. Gariptir, kalmakta istemiyorum. Daha az yazı yazıyorum mesela. Bir
de denizi çok özlüyorum. Denizsiz bir şehirde yaşıyorum. Alıp başımı deniz kenarına yürüyüşe çıkmayı
çok özlüyorum. Dalga sesi eşliğinde yıldızları izlemeyi de. O sahilde
geçirdiğim, kendimle baş başa kaldığım zamanları özlüyorum. Hal böyle olunca; bu
denizsiz şehirde çarşıya yürüyüşe çıkıp birbirinin yüzlerine bile bakmayan
insan kalabalığının bir parçası oluyorum ben de. Onları izlemek ve analiz
etmeye çalışmakta çok keyifli aslında. Hiç fark ediyor musunuz; insanlar çok
mutsuz. Yüzleri hiç gülmüyor. Kaşlar hep çatık; gözler ise düşünceli.. Her ne sepele olursa olsun gülümsemeyi
unutmamalı bence insan. Gülebildiğin zaman; en çokta kendine gülebildiğin zaman
özgürsün dostum. İşte o zaman az önce bahsettiğim duvarları yıkar; yeni ufuk
çizgileri keşfedersin. Ufuk çizgisi.. Yaklaştıkça aynı uzaklıkta olması.. İşte
özgürlük o ufuk çizgisinde saklı değil mi dostum!
Yurt
hayatında ev hayatına yatay bir geçiş yaptım. Ev de olmak güzel. Hem de çok
güzel, huzurlu. Hala kendimi tatil için eve gelmiş, geri dönecekmişim gibi
hissetsem de güzel. Evin, Türkiye’nin düzenine alışmam biraz zaman alacak gibi
ama çabalıyorum.
Yeni
yeni müzikler ve gruplar keşfediyorum. Yeni şeyler öğrenmek için çabalıyorum.
Derler ya hani “bilgiye ne kadar yaklaşırsan; senden o kadar uzaklaşır” diye.
Hemen hemen her gün bu cümle ile yüzleşiyorum.
Daha
anlatabileceğim onlarca şey geliyor aklıma. Başımdan geçenleri sıralamak
istiyorum bir bir. Gene hangi birini önce anlatsam kaygısından hiçbir şey
anlatamıyorum. İyisi mi bu seferlik bu kadar diyelim dostum.. Yeni bir mektupta
görüşmek üzere..
Sağlıcakla..
Melis.